12 Eylül 2010

Kim daha çok bilir?

İçmek güzel şey mirim, bunu bilir bunu söylerim. Her derde deva dediklerinden. İki tek attıktan sonra iyi olmayana deli derim. Ne şikayet kalır ne sızlanma, bir güzellik gelir insanın üzerine bir inayet çöker, yanlış diyen beri gelsin. Demişler ki içki bütün kötülüklerin anası,yalan ,Yeşilaycıların uydurması. Bütün samimiyetimle söylüyorum için. Burnunuza kulağınıza kadar için, öyle bardakla şişeyle de değil fıçıyla galonla için.Yarasın.

Şahsen ben öyle yapıyorum, baktım ki o gün çok sıkıldım, patrondan fırça yiyip bir de üzerine sevgilimle kavga ettim. Oh tadından yenmez akşam oldu mu zaman geçmez, ofla pofla kafa düzelmez, düzeltmek gerek. E o zaman illaki tekelin yolu görünür. İşte benim manevi yolculuğum da o zaman başlar. İlk iki kadehte bir hoşluk gelir üzerime, üçüncü kadehte çoktan kainat güzeli olmuşumdur. Sonrası basbayağı sarhoşluk, ister ağla ister gül, ne tasa..Kıvamı var tabi o sarhoşluğun içip sızmak da var; aman ha ziyan olur, fırsat kaçar. İyi değerlendirmek gerek.

Çok çeşitleri var bu alemde ama benim tercihim genellikle dünya turudur, malum hayat şartları, bi dünya turu kaça patlar. Ben ucuz yolunu bulmuşum. Önce doğru İtalya, İtalya derken kastım Venedik elbet. Kanal Grande’ye gidene kadar San Marco bazilikasıyla Campanile var, Çan kulesi diyorlar gezip aradan çıkarırım. Rönesans döneminden şahane saraylar var, görmeden geçmem. Gondola binmişliğim yok ama hevesim var. Neyse Altın Malikanenin ilerden sola sapınca spagettiyi güzel yapan bir restorante var, adını okuması söylemesi zor aklımda kalmamış, bir güzel karnımı doyururum orda. Çok oyalanmam Venedik nemli yer, yapış yapış çok kalamıyorum. Sonra ver elini Paris, Müze gezmeyi severim eh sanatın merkezi, Bourdelle müzesinden başlarım, Viktor Hugo’nun evinde soluk alır, gezimi Zadkine’de noktalarım. Sonra Labrande’de balık yerim her daim tazedir, vazgeçemiyorum. Yemek üzerine şöyle güzel bir yürüyüş, Champs-Elysees’in gözünü seveyim. Çok kalmıyorum Paris’te, İspanya’ya iniyorum. İspanya’da Sevilla’yı daha çok severim ya yine de Madrid’e gelirim önce. Hem gezilecek yer çok hem de birbirine yakın, gitmesi görmesi kolay. Yalnız müze gezmek zor, saatlerini zırt pırt değiştirirler, kapıda kaldığım çok oldu, o yüzden müze gezileri için Paris’i tercih ederim İngiltere’den sonra. Neyse ne diyordum, işimiz gezmek.. Madrid de güzel ancak ben yine de çok durmadan Sevilla’ya geçerim, aklım El Hamra Sarayında. Endülüs yapmış eline sağlık. Hayran hayran bakıp dururum. Sarayı, arenası, katedrali derken yorulup acıktım mı otelin yolunu tutar restoranında karnımı doyururken akşam bir yerde Flamenko izler miyim diye düşünürüm. Zaman böyle geçip gider, gezmekle bitmez .Neyse sözü uzatmayayım, güzel saatlerden sonra eve mi dönsem diye düşünürüm, vatan hasreti dayanılacak şey değil. İngiltere’ye de gidesim var ama gözüm kesmiyor. Bir dahaki sefere derim. Dönüp gelirim. Her gittiğim yerde de ihmal etmem, not alır, yazılar yazarım. Yakında kitap çıkaracağım adı Seyahatname 2 olacak. İlkini Evliya Çelebi çıkarmıştı ya bakalım benimki nasıl olacak? Neyse efendim söz çok döndü dolandı, geri çağıralım.

Kimin dediği bilinmez; "çok okuyan değil çok gezen bilir" diye bir laf var, ben ikisine de itibar etmem çok içen bilir derim, bazıları dalga geçer alayla güler, eh madem öyle siz söyleyin , gezen mi içen mi?Kim daha çok bilir ?
Bu yazıyı paylaş...
  • Share to Facebook
  • Share to Twitter
  • Share to Google+
  • Email This
  • Pin This
  • Share on Tumblr

0 yorum

 
© Deniz'in Şarkısı
Designed by GeCe
Released under Creative Commons 3.0 CC BY-NC 3.0