13 Eylül 2010

Bir mizah öyküsü...Tomruksalan Festivali...

Tomruksalan köyü bütün bir yılı festival haftasını bekleyerek geçirmiş, hesaplar yaparak gecelerini gündüzlere kavuşturmuş, bekledikleri gün yaklaştığında kadın erkek, yaşlı çocuk hazırlıklara başlamıştı.

Her yıl mayısın son haftası, sahil boyunca kurulan tezgahlarda, genç kızların el işlerinden, kadınların hemen oracıkta açtığı mantılara, böreklere, dalından yeni toplanmış, rengarenk, taptaze meyvelere kadar çeşit çeşit ürün sergilenir, satılırdı. Çok uzun yıllardır köyler arasında alış veriş olarak süren gelenek, iki yıl önce seçilen “entel muhtar”’ın girişimleriyle festival oluvermişti. Muhtar bu işi öylesine ciddiye alıyordu ki geçen yıl afiş bile yaptırmış, ilçe merkezinde, komşu köylerde her köşe başına bunlardan astırmıştı. Köylüler bu çabayı önce alayla karşılamış ancak kalabalığın ve haliyle satışların artmasıyla onlar da işin üzerine eğilmiş, öyle ki bu sene afiş için muhtardan önce kolları sıvamışlardı. Bu yılki afiş de geçen yıl olduğu gibi kasabanın tek matbaası Emek Matbaası’nda basılmış ancak bu yılki afiş resmi için karar verilirken kavga gürültü çıkmıştı.Her köylü kendi sattığı ürünün, afişin en önünde biraz da büyükçe görünmesini istiyor, hal böyleyken afiş sebze meyve haline ya da dantel,kanaviçe kitabı kapağına benziyordu. Sonunda kavga öyle alevlenmişti ki muhtarın kafası atmış, köyün ortasındaki çeşmenin resmi konulacak diye karar vermiş, konuyu da kapatmıştı.

Bütün köy hazırlıklarını son güne doğru iyice hızlandırmış, yaklaşan festivale eksiksiz gitmek için gece gündüz çalışır olmuştu. Bu tempodan hayvanlar bile etkilenmiş onlar da günde iki kere süt verir, iki kere yumurtlar olmuşlardı. Köylülere göre bu yıl bereketiyle gelmiş, ürünler sahiplerini utandırmamıştı. Bir de festivali yüzlerinin akıyla atlatsalardı…

Açılıştan bir gün önce hava sakin, ortalık sessizdi. Hazırlıklar neredeyse bitmiş, tezgahlar sıralanmış, tenteler çakılmış, açılış için sanatçı ayarlanmıştı. Her yılın hazırlığı az çok aynıydı ya son yıllarda sahile yanaşan gemilerden inen yerli yabancı turisti iyi karşılamak için daha bir özenilir olmuştu. Ne de olsa bu turistler sayesinde köylünün eli biraz para görür olmuştu.

Nihayet beklenen gün geldi çattı. Güneş yüzünü yeni yeni göstermeye başlamışken köylüler ellerinde çuvalları, sepetleriyle sergi meydanını doldurmaya başladılar. Çocuklar sağa sola koştururken büyükler mallarını tezgahlara dizme telaşındalardı. Az ötede deniz, bu coşkuya eşlik etmek ister gibi hafif hafif kabarıyor, dağların yamacında sıralanmış kavaklar yapraklarını sağa sola savuruyordu.

O sırada elinde bir takım kağıtlarla muhtar göründü.Telaşlıydı.

“Argideşlee, öncelikle hepinize hayırlı satışlaa bol kazançlaa temenni ederim”.

Kalabalıktan tek tük alkış sesi duyuldu. Muhtar devam etti.

“Son yıllaada festivalimizle birlikte köyümüz epeyi gelişti,adımız duyuldu, bu yılki festivale valimiz hökümet böyüklerimizi de davet etmeyi uygun görmüş.”

Kopan gürültü şimdi muhtarın sesini bastırıyordu, her bir yandan alkışlar, ıslıklar yükseldi. Ellerini havaya kaldırıp köylüleri sakinleştirmeye çalışsa da bir süre sesini duyuramadı. Köylülerin heyecanı dindiğinde tekrar sözü aldı.

“Bugün açılışımıza vali bey ve sayın bakanımız teşrif edecek olup sizleele sohbet edip, ikramlarınızı kabul edecek. Herkes hazılığını ona göre yapsın gali, daşgınlık, sululuk istimez, köyümüzü böyüklerimize eyice belletelim.”

Duyurusunu yapan muhtar, yine aynı telaşla gözden kaybolup gitti. Köylüler az önceki heyecanı atlatmış, birbirlerine ne yapmalı der gibi bakıyorlardı. Mallarını tezgahlarına yerleştirmeye devam ettiler ve gelecek önemli misafirleri beklemeye başladılar.

Henüz gelen giden yoktu ama açılış yapılmalıydı artık. Önce İstiklal Marşı sonra bir de şiir okundu. Açılışa sanatçı olarak Yukarı Çamardı köyünden bülbül Cemal çağrılmıştı. Bağlamasının akordunu bitirince de onun konseri başladı. Yörenin türkülerini o kallavi sesiyle bağıra bağıra söylüyor, o söyledikçe köylüler, kadınlar, çocuklar coşuyor, birazdan yapacakları satışları düşündükçe iyice keyifleniyorlardı.

Eğlence hızını iyice almışken, birden denize bakan yamacın yola bağlandığı yerden siyah arabalar göründü, müthiş bir hızla tozu dumana katarak sergi meydanına vardılar. Bir değil beş değil, düzinelerce araba dizildi bir anda tezgahların önüne. Ardından da aynı hızla gelen televizyon araçları köyün yolunu da, tezgahların önünü de tamamen kapattı. Toz bulutu öyle yoğundu ki köylüler arabadan inenleri bir an seçemediler. Muhtar seyirterek gelip arabalardan birinin önünde durdu. Önünü ilikleyip boğazını temizledi. Kapı açılınca dışarı siyah takım elbiseli, siyah gözlüklü bir adam indi. Muhtar hemen adamın eline yapıştı.

“Hoşgemişiniz,sefalaa getirmişiniz sayın bakanım”

Siyah gözlüklü adam gerçekten bakan olmalıydı çünkü muhtara öylece bakıyordu. Adam muhtara bir şey söyleyince muhtar alı al moru mor diğer arabaya yöneldi. Yanlış eli öpmüştü. Diğer arabalardan da birbirinin aynısı adamlar iniyor, muhtar bir o tarafa bir bu tarafa seğirtiyor, bir türlü gerçek bakanı bulamıyordu. Sonunda bir koruma muhtarı alıp bakanın yanına götürdü. Terden vıcık vıcık olan elini üstüne kurulayıp bakanın elini dudaklarına, ordan alnına götürdü muhtar.

“Hoşgemişiniz,sefalaa getirmişiniz sayın bakanım”

Köylü şaşkınlık içinde olanı biteni izliyordu. Bazıları da toza bulanan meyvelerini silme derdine düşmüştü.

Bu sırada deniz iyice kabarmış, dalgalar insan boyuna ulaşmış, rüzgar da iyiden iyiye hızlanmıştı. Görünürlerde ne gemi ne de turist vardı. Zaten bu kalabalıkta gelseler de geri kaçarlardı. Kasabadan, komşu köylerden gelen birkaç alıcı da korumalardan geçip tezgahlara yaklaşamıyordu. Köylü şaşkındı. Muhtar, bakanı ve valiyi peşlerinde koruma ordusu,gazeteciler olduğu halde tezgahları gezmeye davet etti. Siyah takım elbiseli, siyah gözlüklü adamlar büyük bir ciddiyetle sağa sola bakıyor, kimi zaman eğilip tezgahların altını kontrol ediyordu. Bakan, muhtarla birlikte tek tek tüm tezgahların önünde duruyor, her ürün hakkında bilgi alıyor, ikram edilen elmaları, börekleri ise önce korumalarına ısırtarak kabul ediyordu. Bakanın gezisi devam ederken arka taraflarda birbiriyle mücadele içinde olan gazetecilerle korumalar geçtikleri her tezgahı ya yıkıyor ya da malları eziyordu. Bu hengamede tezgahlara yaklaşmaya çalışanların da canı yanıyor, alacağı varsa da alamadan geri dönüyordu.

Bir taraftan kalabalık, bir taraftan rüzgarla boğuşan, malını da satamayan köylü, gitmesini bekledikleri bakanın ikramın sonunu bir türlü getirememesine sinirleniyor ya sabır çekiyordu. Köylünün homurdanmasını duyan muhtar telaşla bakanın dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyordu. Düşündü taşındı, bu bakan milleti konuşmayı sever, bizim köylüye iki kelam etsin de sustursun diye düşündü. Bakanın kabul etmesiyle de derin bir oh çekti. Hemen oracıkta bir kürsü kurup, bülbül Cemal’in elinden aldıkları mikrofonu Bakanın eline tutuşturdular.

Eline mikrofon verilince birden heyecanlanan bakan, önce köyün adını unuttu, sonra da neden orada bulunduğunu. Sağa sola soran gözlerle bakınca muhtar koştu imdadına ama onun da şivesinden anlamayınca susup boş boş bakmaya devam etti. Uzadıkça uzayan sessizlikte köylüler birbirine şaşkın şaşkın bakıp gülüşmeye başlayınca muhtar bağırarak “eh hadi gali madem hayırlı uğurlu olsun” diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Konuşmayı bitiren bakan rahatladı, kürsüden indi.

Bakan, curcunası ardında bir kaç tezgah daha gezdi, nihayet gitme vakti geldiğinde muhtar da köylü de derin bir oh çekti. Siyah takım elbiseli, siyah gözüklü adamlar arabalarına binip geldikleri gibi tozu dumana katarak geri döndüler.

Tomruksalan köylüleri ziyan olup ortalığa saçılan mallarına, kırılıp dökülen tezgahlarına bakıp başlarına gelenin n olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

O sırada mikrofondan muhtarın sesi duyuldu ; “Allah devletimize zeval ziyan veemesin”..
Bu yazıyı paylaş...
  • Share to Facebook
  • Share to Twitter
  • Share to Google+
  • Email This
  • Pin This
  • Share on Tumblr

0 yorum

 
© Deniz'in Şarkısı
Designed by GeCe
Released under Creative Commons 3.0 CC BY-NC 3.0