7 Temmuz 2024

Heybeliada'da Bir Gün


Merhaba,

Sakin bir pazar günü, evdeyim. Sabah her zamanki gibi erken kalkıp balkonun serin ve esintili havasında, havuzdan gelen su sesi eşliğinde örgü ördüm. Şu an bir çanta örüyorum, bakalım ne zaman bitecek. Örgü örmenin huzuru ile güne güzel başladım, iyi oldu :)


Dün İstanbul'un bana göre en güzel adasında, Heybeliada'daydık. Sanırım onuncu gidişim, belki daha fazla. Burgaz da Kınalı da çok sevdiğim adalar ancak Heybeliada'da beni kendine çeken bir şey var. Ada'ya her gittiğimde bir ritüel gibi yaptığım ve vazgeçemediğim alışkanlıklarımız da oluştu zamanla.

Kahvaltıyı Meltem Pastanesi'nde yapmak mesela. Aslında mekanın veya kahvaltının bir özelliği yok, herhangi bir pastanede poğaça yemek gibi, fakat, sanırım, adanın atmosferine girmek burada kahvaltı etmekle başlıyor. Adalıların ekmek, gazete alışverişi için merkeze gelişi, elektrikli araçların (ne mutlu ki artık faytonlar yok) yolcu indirme bindirme telaşı, vapurdan inenlerin kalabalığı, esnafın güne hazırlanışı. Hepsi bir bütün ve adanın tatlı telaşı böyle başlıyor. Ben de bu koşuşturmayı izleyip kahvaltı etmeyi çok seviyorum.


Adada bir ev


Ada'ya her geldiğimde mutlaka gittiğim yer, Ruhban Okulu. Eskiden beri bana çok mistik çok gizemli gelen bu tarihi yapı aslında 9. yy'da kilise (Aya Triada manastırı) olarak kurulmuş ve daha sonra din adamı yetiştirmek üzere Rum Ortodoks Ruhban Okulu adını almış. Ümit Tepesinde yer alan okul muhteşem bir manzaraya, bahçeye ve bina bütününe sahip. İçinde bir de kilise var fakat ziyarete kapalı.







Aynı zamanda çok değerli eserlerin yer aldığı muhteşem bir kütüphanesi var ancak sadece önceden alacağınız özel bir izinle kabul ediliyorsunuz. Daha önce babam sayesinde ziyaret etmiş ve kitapların yer aldığı geçitleri ve çok değerli kitapları görünce kalbim duracak sanmıştım.

Önceki ziyaretlerimizde bahçesini gezme fırsatımız olmuştu ancak dün maalesef kapalıydı. Çok bakımlı, çok güzel ve etkileyici bir bahçesi var. Bazen tadilatta olan bölümler olabiliyor. Bazen bina tamamen kapalı oluyor bazen kıyafetimiz uygun olmuyor ama giremesek de kapısına kadar mutlaka gidiyoruz. O yolu yürümek, binanın ihtişamını ve güzelliğini uzaktan görmek bile yetiyor.

                                                                           Bu fotoğraf alıntıdır.

Dün gittiğimizde şansımıza iki sınıf ziyarete açılmıştı. Tarih kokan bu eski ve ihtişamlı binada sanki zaman yolculuğuna çıktık. Bastığımız zemin, sınıftaki sıralar, kara tahta, kapılar o kadar eskiydi ki dokunmaya kıyamadık. 




Ruhban okulunun tekrar açılması gündeme geldiğinde kamuoyu bir hayli bölünmüştü ve tartışmalar olmuştu. Ben o konulara girmeyeceğim, zaten dinler konusu ilgi alanıma girmiyor, tüm dinlere eşit mesafedeyim. Ancak böyle güzel bir yapının İstanbul'da olmasını, tarihe olan merakımı ve mimari hayranlığımı tatmin etmesi bakımından kendi adıma şans olarak görüyorum. Sık sık ziyaret edip hem bahçeyi hem binayı görmek bana güzel duygular hissettiriyor. Görmenizi tavsiye ederim. Gitmeden önce ziyaret saatlerini öğrenmeniz faydalı olacaktır.


Ada'da toplu ulaşım var ancak biz adadaki büyük turumuzu hep yürüyerek yapıyoruz. Ara sokaklardaki güzel evlere bakmak, doğa ve deniz ile iç içe olmak, çam ağaçlarının kokusu eşliğinde yürümek bana terapi gibi geliyor. Ada'ya her gittiğimde sanki bir dünya yükü sırtımdan indirip öyle dönüyorum. 

Zaman zaman rüyalarıma giren, beni çağıran, eşime "özledim hadi gidelim" dediğim bir yer daha var adada.  Terk-i Dünya Manastırı. 



Çam limanı mevkiinde yer alan manastıra ana yoldan saparak patika bir yoldan ulaşıyorsunuz. Pembe tek katlı bir bina sizi karşılıyor ve arkasında masmavi bir deniz uzanıyor. Ruhban okuluna gittiğimiz bir gün, görevlilerden biri orayı da görün diyerek gitmemizi tavsiye etmişti, böylece keşfetmiş olduk. Uzun bir yürüyüşün ardından bahçesine girdiğimde nasıl etkilendiğimi hatırlıyorum, şaşkınlıktan bir kaç dakika olduğum yerde kalakalmıştım. 1862 yılında Arsenios adında bir keşiş tarafından kurulmuş. Bu küçük manastır aynı zamanda bu keşişin ismiyle de anılıyor. 1862 yılında Fener’deki Aynaroz Manastırı’na bağlı bir keşiş adayı olarak görev yapan Arsenios, Heybeliada’nın Çam Limanı’nda Peder Efstatios'un çevresinde aynı inanca sahip kişilerin yaşadığını öğrenince onun yanına yerleşmiş ve burada beş yıl yaşadıktan sonra 1868 yılında aynı mevkide sade bir kulübe inşa etmiş. İşte o kulübe bugün Terk-i Dünya Manastırı adıyla biliniyor.

Şimdi her gittiğimde beni yine huzurla karşılayan o manzaraya ve bu küçük manastıra hayranlığım hiç bitmedi. Dün gidip bahçeye oturduğumda "çok şükür ki tekrar gelmek nasip oldu" dedim ve oradan her ayrıldığımda tekrar görmeyi diliyorum. Manastırda kalan bir aile var, ziyaretinizde bahçede oturup türk kahvesi içebiliyorsunuz. Küçük salonunda mum yakarak dilek dileyebiliyorsunuz. İsminin tersine terk etmeyi değil hep orada kalmayı isteten bir yer Terk-i Dünya Manastırı. Kahvemizi içip huzurla dolduktan sonra plajları, eski sanatoryumu ve askeriyeyi geçerek tekrar merkeze ulaşıyoruz. Bir sonraki kavuşmamıza kadar adayla vedalaşıp vapura biniyoruz.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.


                                                                             Kediler sihirlidir.

Bu yazıyı paylaş...
  • Share to Facebook
  • Share to Twitter
  • Share to Google+
  • Email This
  • Pin This
  • Share on Tumblr

6 comments

  1. Adayı çok güzel açıklamışsınız, çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz ve yorum yaptığınız için ben teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Özellikle Terk-i dünya manastırı nı merak ettim, sayenizde gideceğim👍👍

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım keyif alırsınız, yorumunuz için teşekkürler :)

      Sil
  3. Video arık izlemiyorum, yazıların çok daha etkili olduğunu düşüyorum ve bloğunuzu keşfettim çok güzel yazılar, teşekkürler.

    YanıtlaSil

 
© Deniz'in Şarkısı
Designed by GeCe
Released under Creative Commons 3.0 CC BY-NC 3.0