1 Ocak 2013

Şehir Tiyatroları'nda bir Musahipzade Celal Nostaljisi: İstanbul Efendisi

Merhaba,
Bugün 2013’ün ilk günü. Umarım yeni yıl, herkese gönlünden geçen tüm iyi ve güzel şeyleri getirir.
Uzun zamandır izlediğim temsilleri yazamıyordum. Belki de izlediklerim yazmaya değer değildi, bilmiyorum ki, her işin iyisi de var, kötüsü de.  Ama geçen hafta izlediğim oyun kesinlikle iyinin iyisiydi.  Bu sezon Şehir Tiyatroları'nda izlediğim ilk oyun “İstanbul Efendisi” oldu. Aslında uzun zamandır oynanan bir oyun ama ben hem bilet hem de zaman bulamadığım için bir türlü görememiştim. Sağolsun geçen hafta arkadaşlar davet etti de nihayet izleyebildim.

Oyun Ümraniye sahnesindeydi. Bu sahne, izleyici profili nedeniyle tercih etmediğim bir sahne. Benim gibi dikkati çabuk dağılan biri için uygun değil. Çoğunluğu çocuk olan, cep telefonu ışığını gözünüze sokan, öksürüp aksıran, yerli yersiz alkış tutan ve dahi sahneye laf atan seyirciyle aram iyi değil. Elbette genelleme yapmak istemem ve sırf şalvar giydiği için birinin tiyatro izleyemeyeceğini iddia etmem ancak bunlar tecrübelerim :) Neyse, gelelim oyuna.
Musahipzade Celal Bey, eskiyi ve günümüzü –belki de uzun bir yaşama tanıklık etme şansı olduğu için- harmanlayan bir piyes yazarı. Nostaljiyi eğlenceli izlencelere çeviren değerli bir yazar. Eser, çok kısaca, kızını evlendirmek isteyen Savleti Efendi ve çevresindekilerin yaşadıklarını eğlenceli ve komik bir dille anlatıyor.
Filmleri, temsilleri ve kitapları anlatırken ayrıntı vermemeye mümkün olduğunca dikkat ediyorum. Özellikle tiyatro eserleri, sahneye bakan her göz, her beyin ve her ruh tarafından farklı yorumlanır. Bu nedenle nesnel bilgilerin ve tavsiye etmenin ötesine geçmemeye çalışıyorum.
Konu itibariyle eski olmasına rağmen görsellerle ve müziklerle başarılı bir şekilde desteklenerek günümüz seyircisinin beğenisini kazanan ve üç saatin nasıl geçtiğini hissettirmeyen masal gibi bir oyun çıkmış ortaya. Sadece eğlencelik değil, belleğimizi de yoklayan bir oyun. Osmanlı’da kadın, toplumsal yaşam, esnaf, azınlıklar, yönetim, kölelik gibi kavramları da hatırlıyoruz. Oyuna gizlenmiş nesneler var örneğin, kırmızı yumurta gibi doğumu simgeleyen. Oyun bu bakımdan değerini biraz daha artırıyor.
Sahne tasarımı Barış Dinçel’e ait ki kendisinin elinden çıkan her dekor muhteşemdir.  Kostümler canlı ve işlevseldi.Özellikle at nalı ayakkabılar dahiyaneydi.  Solistler çok başarılıydı, özellikle Ümit Daşdöğen, muhteşem sesiyle tüm salonu kendisine hayran bıraktı. Ancak sahnede öyle iki isim vardı ki onlardan bahsetmeden edemeyeceğim; İrfan karakterini canlandıran Çağlar Çorumlu ve elbette oyunun yönetmeni ve lokomotifi, ayrıca Savleti Efendi’yi canlandıran Engin Alkan. Bu ikili zaman zaman seyirciyi gülme krizine soktu. Çağlar Çorumlu malum müthiş bir yetenek, seyirci onu çok seviyor. Engin Alkan ise oyuncuları ve seyircisiyle kurduğu iletişimi oyun boyunca korudu ve sonunda en çok alkışı alan oldu. Sevinç Erbulak’ı da ekleyince “Tarla kuşuydu Juliet” hatırıma geldi. Çekirdek kadro yine muhteşem bir iş çıkarmıştı.
Sözün özü; göze, kulağa, ruha hitap eden bu muhteşem oyunu mutlaka izleyin. Son zamanlarda Şehir Tiyatroları’ndan çıkan en iyi oyunlardan biri.
Herkesin emeğine sağlık.Oyunu izleyeceklere şimdiden iyi seyirler…


Bu yazıyı paylaş...
  • Share to Facebook
  • Share to Twitter
  • Share to Google+
  • Email This
  • Pin This
  • Share on Tumblr

0 yorum

 
© Deniz'in Şarkısı
Designed by GeCe
Released under Creative Commons 3.0 CC BY-NC 3.0