14 Kasım 2014

Güzel İzmir!



Geçen hafta İzmir’deydim. Türkiye’nin aydınlık ve güzel şehri İzmir’de çok keyifli günler geçirdim, bol bol gezdim. İstanbul’a dönmek gerçekten zor oldu ama ne yaparsınız iş burda, ev burda, eh tatil de bir yere kadar. Kürkçü dükkanına döndük. 
İzmir’e gitmeyeniniz çok azdır belki de yoktur diye düşünüyorum. O yüzden bu yazı rehber gibi değil de daha çok bir anı yazısı olacak. Hatta yazıdan daha çok bir fotoğraf albümü gibi olsun, çektiğim fotoğrafları paylaşayım, daha keyifli olur, ne dersiniz?

Bazı yaz tatillerinde Dikili’ye gitmeme rağmen İzmir’in merkezine bu ikinci gidişimdi. İlkinde bir arkadaşım evleniyordu, geliş amacım buydu, zaten üç gün kalıp Çeşme ve Alaçatı’ya geçmiştim. Bu nedenle pek anlamamıştım. Şimdi daha keyifli ve akılda kalıcı oldu.

Tabii keyifli geçmeyen şeyler de vardı. Mesela uçak yolculuğu. Her uçak yolculuğum gibi bu da faciaydı çünkü uçmaktan çok korkuyorum. Şu ana kadar uçağa tek başıma hiç binmemiştim bu nedenle bu kez korkum iki kat artmıştı ve içtiğim pasiflora bile etki etmedi. Neyseki dönüşte duygularımı bastıracak bir ilaç bile içmemiştim, İstanbul’a inerken hüngür hüngür ağlıyordum.

Neyse. Sabah 10’da İzmir’e vardım, Havaalanından Mavişehir’e geçtim. İlk geldiğim gün Seyirtepe’ye gittik.
  

Burası İzmir’i oldukça yüksek bir noktadan görebileceğiniz, manzarası güzel bir yer. Bayraklı’da bulunuyor. Restoran/kafe tarzı bir işletme var. Orada oturarak manzaranın keyfini çıkartıyorsunuz. Ben de Niğde Gazozumu içerek İzmir’e baktım. Hava biraz pusluydu bu nedenle fotoğraf çok net olmayabilir ama hava güzelken mutlaka gidilmeli. 








İzmir ziyareti için önceden yaptığım planda en çok heyecanla beklediğim yer Şirince idi. Daha önce gitmemiştim ve senelerdir merak ederdim. Sabah erken saatte yola koyulduk ve Selçuk’a vardık. Selçuk’a 8-10 km mesafede bulunuyor. Gerçekten adı gibi çok şirin ve küçük bir köy. Turistik olup aynı zamanda otantik havasını ve sıcaklığını koruyabilmiş bir yapısı var.


Önce Ayşe Hanım’ın Yeri’nde kahvaltımızı yaptık. Tüm ürünleri kendileri yapıyorlar, her şey doğal. Tek kelimeyle muhteşemdi.




Çarşının içinde ev hanımları kendi yaptıkları ürünleri satıyorlar. El emeği göz nuru yazmalardan, patiklerden tutun da sabun ve zeytinyağına kadar bir çok ürünü alabiliyorsunuz. Biz tabii hemen sabun, krem gibi doğal kozmetiklere yöneldik.





Çarşının içinden geçerek eski bir kiliseye vardık. St. John Vaftizci Kilisesi. İçi oldukça eski, aynı avlu içinde bir de mahsen var. Mahsene inerek şarap tadıp satın alabiliyorsunuz ancak orada fotoğraf çekmek yasak olduğu için mahzenin fotoğrafı yok.



Şirince oldukça küçük, gezmek çok vakit almıyor, çarşı içini de gezip şarap ve hediyelikler aldıktan sonra ayrıldık.




Bu arada Selçuk’ta olduğumuz için Efes, Yedi Uyuyanlar ve Meryem Ana’nın evine de yakındık. Efes’i daha önce gördüğümüz ve attığımız her adımda soğan gibi soyulduğumuz için(!) (otopark 8 TL, fayton 50 TL, müze giriş 30 TL) tekrar girme gereği duymadık ancak Yedi Uyuyanlar’a ve Meryem Ana’nın evine gittik.




Yedi Uyuyanlar  (Seven Sleepers), İ.S. 3. YY’da Panayır Dağının yamacına kurulmuş bir toplu mezar diyebiliriz. Rivayete göre Hristiyan takipçilerinden kaçan yedi genç bu mağaraya sığınıyorlar ve yüzyıllarca burada uyuyorlar. Yapı zaman içinde giderek genişletiliyor hatta bir kilise yapılıyor ve orta çağa kadar da Hristiyanlar için hac yeri olarak kabul ediliyormuş.






Meryem Ana Evi’ni ise çok sevdim. Huzurlu ve sakin. Burası Hz. İsa’nın annesi Meryem Ana’nın son yıllarını geçirdiği yermiş. Oldukça geniş bir orman arazisinin içinde yer alıyor. Biz mi atladık bilmiyorum ancak ev derken bir evi kastetmiyorum. Yani en azından biz bir evi gezmedik. Bir kaç bina var ve çok da küçük bir ibadet yeri bulunuyor. İbadet yerinin içinde çok eski zamanlardan kalma eşyalar ve ikonalar var. Her yerde sessiz olunması ve uygun davranılması ile ilgili uyarılar bulunuyor. Ne yazık ki fotoğraf çekmek yasak olduğu için iç mekanın fotoğrafını çekemedim ama çok etkileyici bir yerdi. Hemen yanında mum yakıp dilek dileyebileceğiniz yerler var. Aşağı doğru inerken bir duvar üzerinde boylu boyunca kumaşların, yazıların, kurdelaların asılı olduğunu görüyorsunuz. Bir dilek duvarı. Tabii biz de hemen dileklerimizi yazıp iliştiriyoruz. İyilik ve sağlık isteyen herkesin duası kabul olur umarım.












Bir günümü de İzmir’in Alsancak, Karşıyaka, Konak gibi ilçelerini ve önemli yerlerini görmeye ayırmıştım. Özellikle yemek ya da bir şeyler içmek için uğranması gereken yerleri önceden not almıştım. Buluşma yerimiz Konak’tı. Evden (Bostanlı) tek başıma çıkıp beyaz ve hızlı dolmuşlarla Karşıyaka’ya geldim ordan da vapura binip Konak’a gittim (hehe kaybolmadan).

 

İlk durağımız Asansör Kulesi oldu. Kule, Konak’ın Karataş semtinde Dario Moreno’nun adının verildiği sokakta bulunuyor. Dik yokuşların yaşlılara ve hamilelere getirdiği zorluğu aşmak için 1907 yılında Musevi bir hayırsever tarafından yaptırılmış. Asansöre binerek yukarı çıkıyorsunuz ki zaten amaç bu :) Yükseklik korkumdan dolayı keyfini çok çıkaramasam da muhteşem bir manzarası var. Oturup bir şeyler yiyip içebildiğiniz bir de işletme bulunuyor.

Uğradığımız yerlerden biri de Kızlar Ağası Hanı idi. Sanırım duymayan yoktur. Biraz bizim Eminönü Mısır çarşısının havası var. Alışveriş yapılabilecek dükkanlarla birlikte yemek yiyebileceğiniz ve kahve içebileceğiniz mekanlar da var. Bir esnaf lokantası adını not almıştım ancak bulamayınca Konak Pier’de yemeğimizi yedik. Konak Pier, içinde alışveriş mağazalarının, sinemanın, kitabevinin, kafe ve restoranların olduğu bir yer, hemen sahilde. Daha önce de gelmiş ve beğenmiştim.




Daha sonra Pasaporttan geçerek Alsancak’a yürüdük. Umarım yer isimlerini karıştırıp rezil olmam:)
Alsancak’ta uğramak istediğim bir pastane vardı. Pastalarından övgüyle bahsediliyordu. Biraz zor bulduk ama en sonunda Arpege Patisserie’ye vardık.



Gerçekten de enfes pastalar yapıyorlar. Küçük Fransız pastanelerini andıran bir havası var. Oldukça da ilgili ve güler yüzlüler (tezgahta duran gençten bey hariç), sevdiğim bir mekan oldu. Tekrar gelirsem mutlaka uğrarım.

Bizimkiler beni bir akşam da Çiçekli Köy’e götürdüler. Uzun zamandır methini duyduğum ama daha önce gitmediğim bir yerdi. Nasıl anlatsam. Ormanlık bir yer, mesire yeri gibi de aynı zamanda. Açıkta mangal yapılıyor falan. Biz de Çamaltı diye bir restorana gittik. Mangalda et yemek ve rakı içmek için çok hoş bir mekan.

Şömine yanıyor içerde çıtır çıtır, sıcacık. Etler muhteşem zaten, masaya küçük bir mangal üzerinde geliyor ve böylece etler yemek sonuna kadar soğumuyor. Mezeler harika. Ailecek ya da bir arkadaşınızla gelip sohbet edebileceğiniz güzel yemekler yiyebileceğiniz bir yer. Sakin sessiz orman içinde, çok beğendim. Sabah kahvaltı için de gidiliyormuş.
Diğer günlerimi de arkadaş ve dost ziyaretleri yaparak, evde bizimkilerle sohbet edip çekirdek çitleyerek geçirdim. Bir de kitap bitirdim. Son zamanlarda yaptığım en iyi şeydi diyebilirim. Huzurlu ve keyifli bir tatil oldu.Güzel İzmir işte, her şeyi güzel. İnsanları da güzel. Sakin yavaş telaşsız bir şehir. Hatta  İstanbul’dan sonra biraz fazla telaşsız:)
Şirince'de çektiğim bir fotoğrafla veda ediyorum.

Bu hafta sonu da fotoğraf çekmek için Yedigöller’e gittim. Onu da bir sonraki yazımda anlatacağım. Görüşmek üzere, sevgiler.
Bu yazıyı paylaş...
  • Share to Facebook
  • Share to Twitter
  • Share to Google+
  • Email This
  • Pin This
  • Share on Tumblr

0 yorum

 
© Deniz'in Şarkısı
Designed by GeCe
Released under Creative Commons 3.0 CC BY-NC 3.0